İçeriğe geç

Marul Tarlalarına Bina Dikerseniz, Toprak İntikamını Alır!!

Milli Yol Partisi Genel Başkanı Remzi Çayır, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından beklenen İstanbul depremi ile ilgili açıklamalarda bulundu.

 

Başkan Çayır, bu haftakı basın açıklamasını “İstanbul Depremi Yıkmadan Önce…” sloganıyla beklenen İstanbul depremine dikkat çekmek amacıyla İstanbul İl Başkanlığında gerçekleştirdi.

 

Başkan Çayır basın açıklamasında şunları söyledi.

 

Değerli dava arkadaşlarım değerli basın mensupları yüce Türk milleti…


İstanbul’dayız deprem bölgesinden yeni geldik. Fiili olarak 11-12 gün boyunca farklı tarihlerde, başta Kahramanmaraş olmak üzere depremi yaşayan birçok şehirde bulunduk. Vatandaşlarımızla insanlarımızla acıyı gözyaşını ve çaresizliği paylaştık.


Kahramanmaraş’ta olmamdan ötürü ailem sülalem ve yakınlarımın feryatlarını da bizzat duydum. Organize olamayan bir yönetim ama çarçabuk iki gün içerisinde organize olabilen bir Türk milleti gördük. Türk milleti gerçekten daha ivedi ve daha acil bir şekilde deprem bölgelerindeki depremzedelere el uzattı. Bunu bizzat gçzlemledik ve yaşadık. Gerektiği gibi organize olamayan koordine olamayan bir yönetim anlayışının oradaki çaresizliğini de ne yazık ki görebildik. Keşke görmeseydik. Her olup bitenden ve yaşadıklarımızdan ders çıkarmamız ve numuneler oluşturmamız gerekirken gözünüzü kapatarak olup biteni siyasallaştırarak veya kendi sorumluluğumuzu yok sayarak sorumsuzluk haline geçmek için bütün gerçekleri alt üst etmek hiç kimseye fayda ve yarar sağlamaz. Ne kadar gerçeklerle ve hakikatlerle yüzleşirsek geleceğimizi daha güzel ve daha yaşanır kılarız.

 

1930’larda Hakkari 7,9 şiddetinde deprem olmuş. Sonra 1939’da Erzincan depremi olmuş şiddeti yine aynı üç aşağı beş yukarı… Arkasından 1942’de 7 şiddetinde Tokat depremi olmuş. Yine ağlamışız yine diz dövmüşüz. O dönemin tek partisi kendi imkanlarıyla kendi beyanıyla millete olup biten izah etmiş. Sonra unutmuşuz yola devam etmişiz. Sonra 1944’te Bolu Gerede ve civarında 7.5 civarında büyük bir depremle karşılaşıyoruz. Yine insanlar ağlıyor. Yine evleri evler çöküyor, yine hayat kısmen kesintiye uğruyor.

 

Bugünkü gibi iletişim araçları zengin değil iletişim araçlarıyla toplumun bilgilenme şansı yokken bile biz acıyı toprağa gömüp hiç ders almadan devam etmeye kendimize yine şiar edinmişiz. Hep böyle olmuş. Sonra ne olmuş? 1976’da Van Çaldıran depremi olmuş. Bu depremler ise genellikle geniş alanları kapsamayan ilçe ile ille sınırlı depremler birçoğu. 1999’da Marmara depremi oldu alan geniş daha çok insanı kapsayan daha çok insanı şu veya bu şekilde etki altına alan şiddetli bir süreç yaşamışız. Ama oradan da ders çıkarmamışız. Sadece o bölgede sınırlı yeni bir imar veya şehirleşme anlayışını oturtmaya çalışmışız.

 

Bunu diğer şehirlere birinci derecede deprem bölgesi olan şehirlere teşvik edebilmiş miyiz? Onlara bu anlamda bir mevzuat değişikliğine gitmiş miyiz? Hayır hiçbir şey olmamış gibi devam etmişiz. Bu ülke yanlışları tekrar etmekten 130 yıllık bir ezberden kendini bir türlü kurtaramıyor. İşte Milli Yol Partisi yola işte bu yüzden çıktı.

 

Şu an yaşadığımız depremin sonuçlarını biz biliyoruz. Bu akılla, anlayışla ve izanla yeni depremlere yeni acılara doğru yürüyoruz. Şu anda yaşadığımız ders almadan önlem almadan tedbirini almadan yürüdüğümüz gerçeğidir. Deprem yine en acımasız tarafıyla bize şamarı indirdiğinde, biz nerede yanlış yapmıştık? Nerede hata yapmıştık? diye bas bas bağırıyoruz. Bir müddet sonra acılarımızı toprağıma toprağa gömüp hayata devam ediyoruz. Doğu toplumlarının sorumsuzluğu gibi. Ne yazık ki Ahval böyle.

 

Yöneticiler ne yapıyor ne yapmışlar?

 

Çoğunlukla sorumlu hiçbir yöneticimiz yok. 40 küsür bin insanı şehit vermişiz depreme ama bir tane Allah’ın kulu çıkıp da bu işin sorumlusu benim diyemiyor hiç sorumlu yok. Belediye sorumlu değil, merkezi hükümet iktidar hiç sorumlu değil, muhtar zaten sorumlu değil. Evi yapan müteahhit mevzuata göre yaptım diyor. Alın okuyun tutanakları mahkemede verdiği ifadeyi okuyun. Yarın bir gün şununla karşılaşacaksınız. Müteahhit; “Ben gittim belediyeye müracaat ettim, zemin etudu yaptırdım. Sonra belediye bana burada ev yapabilirsin dedi. Sonra gittim mimara proje çizdirdim. Yine gittim Belediyeye. Bu şekilde bir ev yapacağım dedim ruhsatını aldım ve yaptım. Denetiminin de belediye yaptı bana tapu verdi. Ben suçsuzum” diye izahatı olacak bu adamın.

 

İmar affı çıkaranlar müjdeler veriyorlardı

 

Gittiği Kahramanmaraş’ta, Hatay’da. Malatya’da sayın cumhurbaşkanı böbürlene böbürlene insanlara büyük müjdeler verircesine kollarını açıyor ahaliye dönüp sizin şu kadar evinizi imar barışına soktum şu kadar kişiyi ilgilendirmektedir binlerce insan ve insan sayısından bahsediyor binlerce konuttan bahsediyor. 

 

İmar affı ne demek?

 

Üçkağıtçının sahtekarlığın kaçakçılığın para karşılığı takas edilmesidir. Hiçbir mevzuata bilime mühendisliğe inşaatın mantığına uymayan yapıların para karşılığı normalleştirilmesidir. Sahtekarlığın parayla değiş tokuş yapılmasıdır. Siz buna izin vermişsiniz Sadece bu bükümet değil bir çok 5-6 senede bir imar affı çıkararak milletin kaçak çıktığı yapıları normalleştirmiş, ver parayı al ruhsatı demiş. Hemen hemen bütün siyasi iktidarlarda aynı yola aynı yönteme başvurmuşlar.

 

Peki öyleyse sorumlu kim?

 

Resmi rakamlara göre 43 bin, yarın bir gün 45 bin 50 bin diye daha yüksek rakamlar ifade edilecek. Bu kadar insanımızın ölümüne yol açan sorunlar depremin kendisi mi ? Yoksa depremin kendisini sorumlu kılıp yargılayacağız. Herşey Allahtandır diyerek gizli bir şekilde kafalarının ötesinde aman bana dokunmasın ben sorumlu değilim. Ben ne yapayım Allah’tan geldi Allah’ın bileceği işlerine karışmayalım diye gizliden gizliye Allah’ı işaret eden o geri zekalı kafaları adı sanı konumu ne olursa olsun buradan lanetliyorum. Dolaylı da olsa doğrudan yüce Allah’ı sorumlu tutan anlayışlar millete yapılacak en büyük kötülüktür, bizim hayatımızla oynamaktır ve geleceğimizi yok saymaktır. Yüce Allah Kuran ve Peygamberi vasıtasıyla bütün insanlığa; “Ey insanoğlu siz kendinizi değiştirmedikçe, biz sizi değiştirecek değiliz” Bu ne demek? Önlem ve tedbirini al işin gereğini yap. Bizler gereğini yapmadan yöneticisiyle ve yönetilenle öylesine yürüyen bir topluluk halindeyiz. İşte bu anlayışın bize getirdiği yer depremin hakimiyetidir.

 

Deprem İstanbul’u yıkmadan önce basın toplantısını İstanbul’da yapmak istedik.

 

Biliyoruz ve görüyoruz ki İstanbul’u deprem vurmadan önce akıl ve bilimle yöneticiler gerektiği gibi hep birlikte İstanbul’a eğilmez, gerekli şekilde hareket edemezsek insiyatif ne zaman olacağı belli olmayan depreme geçer. İstanbul depreminde ne yapacağını pek bilmiyoruz. Ama biz kontrollü bir şekilde depremin yarın bir gün yıkacağı şeyleri şimdi kendi elimizde kontrollü şekilde plan ve program dahilinde yıkar, İstanbul’u depreme uygun bir hale getirebilirsek Türkiye nefes alır ve geleceğimizden emin bir şekilde yürürüz. Aksi takdirde İstanbul’u vuran bir deprem Türkiye’nin 50 Yıl 100 Yıl geriye gitmesini ve canlarımızın ölümüne yol açar. Millet olarak hepimizi yaralar. Hatta yaralamakla kalmaz hepimize diz söktürür. Bu sebeple, daha zaman varken, şartlar uygunken ve daha işin başındayken deprem İstanbul’u vurmadan önce iktidar ve belediye oturun birlikte depreme uygun olmayan yapıların değişim ve dönüşümü ile bir an önce İstanbul’u kurtarın.

 

Hala mı akıllanmayacaklar!?

 

Buradan sesleniyorum! Hala mı akıllanmayacaklar!? Yoksa hep beraber kaybederiz. Eğer yakında seçim olur yüce Allah bizi öne çıkarırsa afet ve deprem bakanlığı kuracağımızı buradan söylüyoruz. Bunu daha önce söyledik. Deprem bu coğrafyanın bir kaderi ve gerçeğidir. Gerçekler göz kaplayarak yok olmamadığı için gerçekle birlikte hareket etmemiz bizim kendi geleceğimizi uygun hale getirmemiz anlamı taşır. Bütün sivil toplum kuruluşlarının, ilgili kurumların, farklı kurum ve bakanlıkta bulunan afet kurtarma ekiplerini bütün donanımlarıyla beraber Afat Genel Müdürlüğü dahil olmak üzere, hatta Kızılay ında bağlandığı bir afet ve deprem Bakanlığı Türkiyenin yaşadığımız hakikatlerine göre şarttır. Eğer mümkünsebelediyelerin keyfi imar kararlarını veya mevzuat onlara tanınan o hakkında yine bu bakanlık bünyesine devredilmesi daha doğru olur. Çünkü bugüne kadar görüldü ki ne yazık ki belediyeler bu konuda gevşek gerçek dışı davranışlardır günübirlik davranışlardır oy kaygısıyla davranışlardır ve hakikatlere çok fazla dikkat etmemişlerdir. Göleti veya su kanalını kurutarak orta yerine ev yapan belediyeler, İnşaat yapan belediyeler vardı.

 

O topraklar intikamını aldı

 

Kahramanmaraş’ın orta yerinde yıkılan birçok binanın yerlerinin, bundan 20-30 sene önceki ahvali neydi biliyor musunuz? Maul tarlalarıydı.

 

Buradan şunu söyleyeyimde herkes duysun! Marul tarlalarına binalar, apartmanlar diktiniz, şİmdi o topraklar intikamını aldı sizden. Kafasızların ve bilimle idare edilmeyen anlayışların ceremesini torunlarımız kızlarımız oğullarımız analarımız ölerek bedelller ödediler.

 

Değerli arkadaşlar işte bu sebeple, artık bir şeylerin değişme zamanı gelmiştir. Hükümetin sorumluluğu yokmuş gibi davranmasını anlamak mümkün değildir. 21 yıldır ülkeyi yöneteceksiniz size kısmen eleştiri yapanlara veryansın edeceksiniz bunun kabul edilmiş tarafı yoktur. 1999 depreminde Ömer Çelik çıkıyor; “Türkiye yönetilemiyor ve yönetmeyen yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oldu” diyor. Bununla yetinmiyor “Eğer bugün birilerin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenleri söylemezsek milli birlik beraberlik nutukları eşliğinde gerçeklerin üstünü kapatırsak yüzlerce insanın ebediyen susmasına yol açarız, bunu hakkımız yok…” diyor. Doğru söylüyor mu? Vallahi doğru söylüyor.

 

Depremin birinci günü alandaydık. Birinci gün devletin demiyorum iktidarın bir organizasyonunu gördük mü? Yok!! İkinci gün herhangi bir koordine gördük mü? Yok!! Araba kurtarma yardımlar veya enkaz altında insan çıkarmayla gibi faaliyet gördük mü? Yok!! 
Faaliyet olanların ahvali neydi? Vatandaş kendi imkanlarla kepçesini buldu. Eğer birkaçta inşaattan anlayan varsa çağırdı. Şuradan ses geliyor. Şuradan oğlumun, kızımın, hanımın sesi geliyor diye feryat ederek yardım talep etti. İnsanlar kendi imkanları ile çocuklarını ve yakınlarını enkaz altından çıkarmaya çalıştılar. İki buçuk gün hep böyleydi. İki buçuk günden sonra önce yine vatandaşlar ve milletimiz kepçeler, hiltiler, kurtarıcılar ve ekipler yolladı. İşin gerçeği işte budur.

 

İşin gerçeği söylediğinde rütbelerinizi mi sökülüyor?

 

Bu gerçekleri haykırdığımızda bu gerçekleri ortaya koyduğumuzda siyasetten kendimize ne elde edeceğiz? Bir hakikatin tanıklığını yapmışız. Tam işin orta yerindeyiz, acının ortaya yerindeyiz. Kırka yakınımı kaybetmişim. dönmüş demişimki, bundan sonra İnsanlar ölmesin. Bu şekilde bir vurdum duymazlıkla öngörsüzlükle hiçbir tedbir almadan böyle devam edersek nice nice insanımız ölür. Gelin ölmesin diyoruz “hadi sen de oradan!

 

‘Bu neyin nesi’ diye karşılık vermek neyin nesidir?

Derdin nedir senin?

Hep milletimi kandıracaksın, milleti mi korkutacaksın?

 

Kusura bakma korkacak insanlardan değiliz. Yanlış yere vuruyorsun kazmayı. Önce sorumlu mevkinde gibi sorumlu davran. Kırk bin kişi 50 bin kişi hayatını kaybetmiş hiçbir şey gibi olmamış gibi elini kolunu salla git. Nasılsa burası doğu toplumları. Doğu toplumlarında böyle şeyler olur masallarıyla milleti kandır oayala. Nereye kadar!? İşte buraya kadar oyaladık işte. Her 10 senede 5 senede bir deprem bir şekilde bize vuruyor. Önlem yok! Tedbir yok! Gelecek yok! Evleri buna göre yapmak yok! Plan yok! Program yok! Temenni ve masal var! Temenni masal olmuyor. Bu zihniyetlerin bu anlayışların mutlak anlamda değişmesi gerekir.

 

Bilim Kurulu Oluşturulmalı

 

Üsluba dikkat edeceğiz. Lafla işler bitmiyor. İcraata bakacağız. Onun için bir daha söylüyorum. İstanbul depremi yaşanmadan öncesini millete yöneticilere herkese hatırlatmak için bu afişi hazırladık. İstanbul Türkiye için önemlidir Türkiye’nin kalbidir, Türkiye’nin geleceğidir. İstanbul depremini yaşamadan önce biz depremin vurabileceği bütün tahribatları kontrollü şekilde yok etmek zorundayız. İzole edemezsek deprem yine bildiğini okur ve sadece göz yaşlarımıza değil birçok şeyin kaybına yol açar.

 

Koronada hükümet doğru bir adım attı ve bilim oluşturdu. Konuya hakim konunun uzmanı olan insanlardan bilim kurulu oluşturdu ve “bu salgını bir an önce hayatımıza nasıl yok ederiz. Bunun yönetiminde bana danışmanlık yap” dedi. Doğruda doğru yaptı. Aynı şekilde buradan şunu teklif ediyoruz. Jeoloji mühendisleri odaları uzmanları, şehircilikten anlayanlar depreme karşı nasıl şeyler kurulur bu konuda bilgi donanım sahibi olanlardan bir bilim kurulu oluşturmalı. Bilim kurulunun ortaya koyacağı işaretlerle yeniden şehirleri inşa etmeliyiz. Yukarıya doğru dikey şehircilikten vazgeç. Göğe nereye kadar yükseleceksin? Altın çürük, yukarı doğru çık çık çık nereye kadar? Yatay mimariye ihtiyacı var hem insanlığın da ihtiyacı var hem de güvenlik açısından da depreme yakalanmamasında mutlak anlamda kafalarımızı değiştirmemiz şart.

 

Milli Yol Partisi olarak “böyle geldi böyle gitmesin” diye itirazlarda bulunurken işte bugünleri işaret etmiştik. Bu partiyi var eden sebeplerden bir taneside işte bu anlayışların anaforu var ya dön dön aynı film dön dön aynı hareketler. Beş on senede bir hayat pahalı, beş on senede bir , beş on senede bir yokluk açtık, beş on senede bir darbe. Hiç akıllanan bir ve önlem alan bir anlayışımız yok. Bu kadar bütün riskleri açık bir toplum olamaz. Siz yönetici olmanızın temel nedeni açık risklere karşı korunaklı hale getirmenizdir bizi. Toplumu bu şekilde yapacaksınız. Eee getirmemişsiniz ne yapacağız? Birde Allah’tan geldi diyorlar. Her şeyin Allah da geldiğini zaten inanmaktayız. Allah’ın uyarılarını yok sayarsanız iki günü birbirine denk olan ve önlem almadan tedbir almadan tevekkül eden zaten Müslüman değildir. Müslümanlık o değil ki sen gereğini yapıp tevekkül edeceksin gereğini yapma hiçbir şey yapma yan yat, ben ne yapayım Allah yaptı de. Allah değil senin akılsızlığın yıktı. Senin tedbirsizliğin yıktı senin öngörsüzlüğün yıktı senin o sorumsuzluğun yıktı bizi.

 

Enkazın altına kim kaldı?

 

Enkazın altında sorumsuzluğumuz, tekbirsizliğimiz, eski Türkiye kafası, kendini sorunsuz hisseden sorumlu mevkindeki yöneticiler kaldı ama vatandaş kalmadı. Millet kalmaz, millet her daim oradaydı bizimle beraberdi. Rabbim şahit olsun ilk suyu veren de millet oldu. Öyle koordineli bir yönetim anlayışı orada görmedik. İlk suyu verende, ilk ekmeğe verende, ilk evi uzatan da, ilk kepçeyi getiren de milletti.

Kahramanmaraş’ta Kocaeli’den gelen kepçeyi gördüm. Arabaları gördüm ama Kahramanmaraş’ın Belediyesinin arabasını görmedim. Bunun bir izahı olmalı, ama izahı yok. Bu sebeple son sözümü söylüyorum. Ölmeden önce, Deprem bizi öldürmeden önce, afetler bizi öldürmeden önce, şartlar bizi şu veya bu şekilde izole etmeden önce, biz onun getirdiği olumsuzlukları yok etmek ve öldürmek zorundayız. Bu sebeple yüksek sesle Ey İstanbul’da yaşayanlar ve Türkiye yönetenler, İstanbul depremi İstanbul’u yıkmadan önce irfanla, öngörüyle, akılla, depremin yıkacağı yerleri kontrollü şekilde hayatımızdan çıkarıp İstanbul’u depreme hazır hale getirmek zorundayız. Bunun için de yerel yönetimle iktidarın el ele vermesi ve iki başlığa son vermeli. Lüzumsuz atışmalara yarışlara ve tiyatrolara istemiyor bu millet. Sizden icraat istiyor. Madem ki hala yönetme zamanınız var. Daha iktidarsınız işin icabına gidin işin gereklerini yerine getirin.

 

Konuştuğunuzun onda birini yapın

 

Madem ki hala yönetme zamanınız var. Daha iktidarsınız işin icabına gidin işin gereklerini yerine getirin. Konuştuğunuzun onda birini yapın. Gece gündüz saah yatsı konuş. Konuştuğum onda birini yap onda birini yap. Yeter! Konuşarak, ona buna söveceğine ona buna hakaret edeceğine kendine bak. Muhalefete de şaşıyorum. Muhalefette kör ve sağır. Alternatif çözüm önerisi yok, bir şey yok. Sadece bir saat gidiyorlar kameralarla moloz ve enkazın önünde resim çektirip birkaç söz söyleyip eve dönüyorlar. Allah’a şükür biz sahici hayatın birer nefeleriyiz. Biz onlarla günlerce beraber yaşadık hep beraber iliklerimize kadar damarlarımıza kadar oradaki acı hissettik yaşadık ve beraber paylaştık. Şu gün el ele verip aklı birleştirmek lazımken iktidarı da başkaları da siyaset yapıyorlar. En büyük siyaseti deprem üzerinde de iktidar yapıyor. Çıkmış at tut at tut yapıyorlar. Bizler öyle haksız yere bir laf işittiğimizde binlercesini söyleyebilme yetkisine ve yeteneğine sahibiz. Kimseye hakaret etmez, kimseyi kem görmeyiz ama hakaret gördüğümüzde de hakaret edenin veya söz söyleyenin yerine kımıldamayacak hale getiririz. Allah’ın izniyle o gücü o iradeyi kendimizde buluyoruz. Onun için herkes bu milletin hayatını normalleştirmek, acısını azaltmak için bir an önce hayatını normalleştirmek için ne yapabilir. Bununla ilgili eteğindeki taşı döksün, kafasında ne varsa koysun, hep el birliğiyle bu acımızı azaltalım. Hayatımızın normalleştirelim, bir daha depremlerin yıkıntısına uğramayalım ve şaşırıp kalmayalım. Şaşırıp kalmamak için de işin icabını yapalım.

 

Ölenler mi yoksa biz mi kurtulduk?

 

Yeğenim bana: “Amca ölenler mi kurtuldu biz mi kurtulduk?” dedi. Geride kalanlar mı kurtuldu yoksa ölenler mi kurtuldu o acının orta yerinde gerçekten o soruyu çok da haksız bulmamıştım geride kalmak bir sürü yakınınızı sevdiklerinizi kaybederek normal hayatınızı kaybederek hayata devam etmek çok zor çok büyük bir müşkilat. İnşallah hep beraber bunu başaracağız…” diyerek sözlerini tamamladı.

 

***

 

Basın Açıklamasının Tamamını Buradan İzleyebilirsiniz

Lütfen bizi takip edin ve beğenin:

Solverwp- WordPress Theme and Plugin

error

Bizi Sosyal Medyadan Takip Etmek İster misiniz!?

YouTube
YouTube
E-posta ile takip
RSS